43. İstanbul Film Festivali Programında Öne Çıkan 20 Film

İstanbul Film Festivali

Bu yıl 17-28 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek olan 43. İstanbul Film Festivali’nin programı geçtiğimiz günlerde açıklandı. Festival, her yıl olduğu gibi bu yıl da hem Türkiye sinemasından hem de dünya festivallerinden dikkat çekici yapımları sinemaseverlerle buluşturacak. Bunun yanı sıra Cinemania ve Dünden Bugüne Türk Klasikleri gibi bölümler sayesinde, klasik yapımlar yeniden beyazperdeye dönecek.

43. İstanbul Film Festivali’nin farklı bölümlerdeki seçkilerini inceleyerek, bu yıl festival programında öne çıkabileceğini düşündüğümüz 20 filmi derledik. Kimisini arkasındaki ekibe olan güvenimizden yola çıkarak, kimisini de daha önce gösterildikleri yerlerde aldıkları olumlu tepkilere dayanarak seçtiğimiz bu filmlerin listesini aşağıda bulabilirsiniz.

Listeye geçmeden önce, festivallerin yeni filmler, yeni sinemacılar keşfetmek için ne kadar önemli olduğuna vurgu yapmak ve buradaki filmlerin sadece kağıt üstünde öne çıkan yapımlar olduğunu hatırlatmak isteriz. Önceki yıllarda da sıkça şahit olduğumuz üzere, bu tarz listelerde adı anılmayan pek çok yapım, günün sonunda birilerinin festivaldeki favori filmi olabiliyor. Neticede festival demek keşif demektir.

43. İstanbul Film Festivali Programında Öne Çıkan 20 Film

Tereddüt Çizgisi (Ulusal Yarışma)

Daha önce İki Şafak Arasında ile adından söz ettiren Selman Nacar’ın yeni filmi Tereddüt Çizgisi, son dönemde yurt dışında adından en çok söz ettiren yerli filmlerden biri oldu. Tülin Özen’in başrolünü üstlendiği film, dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nde beğeniyle karşılanırken, sonraki aylarda konuk olduğu uluslararası festivallerde de övgü topladı.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“İdealist bir ceza avukatı olan Canan’ın hayatı gündüzleri adliye, geceleriyse hastanede solunum cihazına bağlı annesi arasında mekik dokuyarak geçmektedir. Uzun süredir emek verdiği bir cinayet davasının karar duruşması gününde Canan annesi, hâkim ve sanığın hayatını etkileyecek ahlaki bir tercih yapmak durumunda kalır.”

Yurt (Ulusal Yarışma)

Geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nde gösterilen bir diğer yerli film de Nehir Tuna’nın imzasını taşıyan Yurt’tu. Tereddüt Çizgisi kadar ses getirmemiş olsa da Yurt da beğeni topladı. Türkiye sinemasının yurt dışında ses getiren bu iki yapımını ilk kez İstanbul Film Festivali’nde görme şansı yakalayacağız.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“90’lı yılların sonu Türkiye’sinin siyasi kutuplaşma atmosferinde geçen Yurt, 14 yaşındaki lise hazırlık öğrencisi Ahmet’in yaşadıklarına odaklanıyor. Babasının zoruyla, erkeklerin kaldığı bir dini yurda yerleştirilen Ahmet, alıştığı sıcak aile ortamından koparılmanın çaresizliğini yaşar. Bir yandan babasının beklentilerini karşılamanın ağırlığı altında ezilirken, bir yandan da okul ve yurt arasındaki ikili hayatında izolasyon ve baskılarla karşılaşır. Aidiyet duygusunu hepten yitiren Ahmet’in tek sığınağı, yurdun tecrübeli öğrencisi Hakan olur ve birlikte kuralları çiğnedikleri bu genç adamın yarattığı heyecan ve özgürlük onu ilk kez kendi seçimlerini yapacağı bir yola sürükler.”

Dünyanın Sonundan Çok Da Bir Şey Beklemeyin /
Do Not Expect Too Much From the End of the World
(Heyula)

Günümüzün en yaratıcı, yeni denemelere en açık sinemacılarından olan Radu Jude, Do Not Expect Too Much From the End of the World ile 2023’ün en iyi filmlerinden birine imza attı. Film buralara epey gecikmeli geliyor -Jude’nin filmini malum yerlerden temin edip izleyenler çoktan izledi bile. Ancak henüz izlemeyenler için kesinlikle kaçırılmaması gereken bir yer yapım. Özellikle de Jude’nin öncülerinden olduğu Romanya Yeni Dalgası’ndan çıkan filmleri seviyorsanız.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Romen auteur Radu Jude, Kaçık Porno’nun ardından yine acımasızca başdöndürücü bir sosyal taşlamayla festivalde. Sinema, kapitalizm, emek ve tarihin komik sürprizler ve absürt anlarla buluştuğu, dijital dünyanın politik halk manzarasıyla kesiştiği bu feminist film, iki bölümden oluşuyor ve iki Angela’yı izliyor: Uykusuzluktan perişan film prodüksiyon asistanı, ağzı bozuk Angela, çokuluslu bir şirket adına iş güvenliği konulu bir video çekmek için arabasıyla Bükreş sokaklarını arşınlıyor. Öte yanda, yıllar öncesinden kalan bir filmde, taksi şoförü Angela, müstakbel kocasıyla yine Bükreş yollarında tanışıyor. Dünyanın bitik halini zehir gibi bir mizah (ve cep telefonu) filtresinden geçirerek sivri dilli, edepsiz şarkılarla perdeye yansıtan bu benzersiz film, Romanya’nın Oscar adayı oldu.”

Dahomey (Belgesel Kuşağı)

İstanbul Film Festivali

İlk uzun metrajlısı olan Atlantique ile Cannes’dan ödülle dönen Mati Diop, ikinci filmi Dahomey ile de adından övgüyle söz ettirdi. Dahomey, bu yıl Berlin Film Festivali’nde En İyi Film seçilerek Altın Ayı’nın sahibi oldu. Diop’un Atlantique’te de şahit olduğumuz o şiirsel sinemasını politik meselelerle başarıyla harmanladığı film, 85 MetaCritic puanıyla, festival programındaki filmler arasında eleştirmenlerden en yüksek puanı almış yapımlardan biri.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Berlin Film Festivali’nin en iyisi seçilerek Altın Ayı’yı kazanan Dahomey, yirmi altı yağmalanmış sanat eserinin 2021’de Fransa’dan Benin’e iade ediliş sürecini konu alıyor. Eserlerden birinin bakış açısından anlatılan Dahomey, bir yandan sömürgeciliğin mirasına değinirken bir yandan da nesnelere özellik kazandıran ışıltılarını inceliyor. 1892’de Dahomey Krallığı’ndan Fransız sömürge birlikleri tarafından yağmalanan binlerce parçalık hazinenin yirmi altı parçası, 2021 Kasım’ında bugünkü adıyla Benin Cumhuriyeti’ne iade ediliyor. Peki, kadim atalar vatana döndüğünde nasıl karşılanmalılar? Abomey-Calavi Üniversitesi öğrencileri, tartışmalarında bu konuyu ele alıyorlar. Politikle şiirseli dengelemeyi başaran Mati Diop, Atlantique ile 2019’da Cannes’da Büyük Ödül’e layık görülmüştü”

Hit Man (Galalar)

Richard Linklater (Before Sunrise, Boyhood)’ın son filmi Hit Man, geçtiğimiz yıl hem Venedik’te hem de Toronto Film Festivali’nde en beğenilen filmlerinden biri oldu. Öyle ki filmin ödül sezonunda adından söz ettirebileceği konuşulmaya başlanmıştı. Ancak yüklü bir meblağ ödeyip Hit Man’in haklarını satın alan Netflix, filmin çıkışını bu yaza bırakınca ödül sezonu es geçilmiş oldu. Hit Man, 7 Haziran’da Netflix’te yayınlanacak. Ancak övgü toplayan bu filmi bir an önce izlemek ya da beyazperdede deneyimlemek isteyenler, İstanbul Film Festivali’nde bu şansı yakalayacak.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Genç ve Heyecanlı / Dazed and Confused ve … Önce üçlemesiyle tanıyıp sevdiğimiz Richard Linklater’ın gizemli bir kiralık katili konu aldığı son derece sempatik, sıcak ve komik filmi dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yarışma dışı yaptı. Aksiyon komedi türündeki filmin başkarakteri Gary Johnson, New Orleans’ın en gözde kiralık katilidir. Müşterileri onu sanki bir film karakteri gibi hayal eder, oysa Gary bu gizemin ardında saklanan bir sivil polistir. Çaresiz bir kadını korumak amacıyla yönergeleri hiçe sayınca Gary, sahte kimliğini benimsediğini ve aslında kadınlara âşık oluveren bir suç makinesine dönüştüğünü fark eder. Gary’yi canlandıran Glen Powell, filmin senaryosunu gazetede gördüğü gerçek bir haberden yola çıkan Richard Linklater ile birlikte yazdı. “Film birçok şeye heves ediyor; komedi, kara film, gerilim, psikolojik inceleme gibi” diyor Linklater.”

Geçiş / Crossing (Galalar)

And Then We Danced ile pek çok sinemaseverin gönlünü kazanan Levan Akin, yeni filmi Crossing ile İstanbul Film Festivali’ne geri dönüyor. Önemli bir bölümü İstanbul’da geçen film, dünya prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nde beğeniyle karşılandı. IndieWire ve Variety gibi önemli yayınlardan yüksek puanlar alan filmin MetaCritic puanı bugün itibarıyla 82.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Levan Akın’ın büyük beğeni toplayan Ve Sonra Dans Ettik’in ardından yönettiği ve büyük bölümü İstanbul’da geçen bu yeni filmi, kan bağı olan aileler ve seçilmiş aileler hakkında dokunaklı bir dram. Akın’ın “dayanışmaya övgüm ve İstanbul’a aşk mektubum” olarak tanımladığı Geçiş, uzun süredir kayıp olan yeğeni Tekla’yı bulmak için kendine bir söz veren emekli öğretmen Lia’yı takip ediyor. Birbirlerine ne kadar zıt olsalar da genç komşusuyla güçlerini birleştirip harekete geçen Lia’nın yolu sonsuz bağlantılar ve olasılıklarla dolu görünen güzel ve devasa İstanbul’a çıkar. Lia İstanbul’da trans hakları için mücadele eden avukat Evrim’le tanışır ve kendini hiç alışık olmadığı yakınlıklar ve topluluklar arasında bulur. Geçiş, Şubat ayında Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünün açılışını yaptı.”

Toprak Uğruna / The Promised Land (Dünya Festivallerinden)

Venedik, Toronto, Telluride gibi önemli festivallerde gösterilen ve izleyenler tarafından beğeniyle karşılanan The Promised Land, Avrupa Film Ödülleri’nde Mads Mikkelsen’e En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandırdı. Do Not Expect Too Much From the End of the World gibi The Promised Land de buralara geç gelen filmlerden. Film yurt dışında dijital platformlara geldiği için bir süredir malum ortamlarda bulunabiliyor. Ancak neredeyse tüm eleştiriler, bunun görsel olarak etkileyici bir film olduğu konusunda uzlaşıyor. Yani hazır fırsat varken filmi beyazperdede görmek isteyebilirsiniz.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“18. yüzyıl Danimarka… Gururlu, hırslı ve yoksul savaş kahramanı Yüzbaşı Ludvig Kahlen (Mads Mikkelsen), görünürde hiçbir şeyin yetişemediği geniş, çorak bir araziyi yaşanır hale sokmaya kararlıdır. Güzelliği yabanıllığında yatan bu koca arazi, kibri zulmüyle yarışan asilzade Frederik De Schinkel’in hakimiyetindedir. De Schinkel ile Kahlen’in çatışması, en az kişilikleri kadar şiddetli ve yoğun geçecektir. Toprak Uğruna, dünya prömiyerini Altın Aslan için yarıştığı Venedik Film Festivali’nde yaptı, Danimarka’nın Oscar adayı oldu ve kısa listeye kaldı.”

Bir Gezginin İhtiyaçları / A Traveler’s Needs (Dünya Festivallerinden)

Güney Kore sinemasının en üretken yönetmenlerinden olan Hong Sang-soo, bu yıl iki filmle birden festivalde. Bu iki film arasında daha dikkat çekici olanı ise A Traveler’s Needs. Usta oyuncu Isabelle Huppert’in başrolünü üstlendiği film; ScreenDaily, Little White Lies, Variety gibi önemli yayınlardan gayet yüksek puanlar aldı. Filmin MetaCritic puanı bugün itibarıyla 72. Özellikle Sang-soo’nun minimalist sinemasını sevenler için A Traveler’s Needs kaçırılmaması gereken bir yapım.

*Yönetmenin 2023’te çıkan diğer filmi In Our Day, bu yıl İstanbul Film Festivali’nin Heyula seçkisinde yer alıyor.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Hong Sang-soo’nun programda yer alan ikinci filmi Bir Gezginin İhtiyaçları’nda Isabelle Huppert yıllar önce olduğu gibi bir kez daha Fransa’dan Kore’ye gelen bir kadını canlandırıyor. Bu gizemli kadının nereden geldiğini kimse bilmez. Parkta bir bankta oturmuş, özenle bir çocuk teybi çalmaktadır. Parası ya da geçim kaynağı olmadığı için iki Koreli kadına Fransızca öğretmesi tavsiye edilmiş, teselliyi kayaların üzerine uzanmakta ve her yemekte pirinç şarabı içmekte bulmuştur. Ancak işler hiç de yoluna girmez, kolaylaşmaz. Bir Gezginin İhtiyaçları, Koreli auteur Sang-soo’nun geçmişi ve geleceği olmayan bir kadın üzerinden insanlık hâlini ele aldığı yeni zarif komedisi ve programda yer alan ikinci filmi.”

Anselm (Belgesel Kuşağı)

Bu yıl festivalin onur konuğu olacak usta yönetmen Wim Wenders, geçtiğimiz yıl daha çok Perfect Days ile adından söz ettirmiş olsa da aslında aynı yıl içinde beğeni kazanan bir filmi daha sinemaseverlere sundu. Perfect Days’in aksine belgesel türünde olan Anselm, dünya prömiyerini geçtiğimiz yıl Cannes’da yaptı. MetaCritic puanının 82 olması, Anselm’in eleştirmenlerin de takdirini topladığını gösteriyor.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Wim Wenders, Anselm’de çağımızın en yenilikçi ve önemli ressam ve heykeltıraşlarından Anselm Kiefer’in portresini çiziyor. Film, sanatçının edebiyat, şiir, felsefe, bilim, mitoloji ve dinden esinlenerek insan varoluşunu ve tarihin döngüsel doğasını araştıran çalışmaları üzerine sinematik bir deneyim sunuyor. Wenders, iki yılı aşkın süre boyunca Kiefer’in anavatanı Almanya’dan halen yaşadığı Fransa’ya uzanan yolunun izini sürerek hayatının evrelerini elli yılı aşkın süreye yayılan kariyerinin temel mekânlarıyla bağdaştırdı. Prömiyerini Cannes’da Özel Gösterimler kapsamında yapan Anselm’de geçmiş ve bugün iç içe geçerek sinemayla resim arasındaki çizgiyi dağıtıyor. “İzleyicinin Anselm deneyiminden ne almasını mı umuyorum?” diye soruyor Wenders, “kalıplarını ve fikirlerini geride bırakmalarını, sanatın ne olabileceğine ya da neyi başarabileceğine dair her türlü önyargıdan vazgeçmelerini, sadece büyük Alman romantik, şair, düşünür ve vizyoner Anselm Kiefer’in çarpıcı dünyasına girmelerini bekliyorum.”

Kapa Gözlerini / Close Your Eyes (Cinemania)

The Spirit of the Beehive ve El Sur gibi iki başyapıta imza atmış olan usta yönetmen Victor Erice, 32 yıl sonra yeni bir filmle geri döndü. Dünya prömiyerini Cannes’da yapan Close Your Eyes, 86 MetaCritic puanıyla bu listedeki en yüksek puana sahip film. 83 yaşındaki usta yönetmen, kariyerine yakışır bir filme imza atmış gibi görünüyor. Bize de izlemek düşüyor.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Artık klasikleşmiş Arı Kovanının Ruhu ve Güney’in efsanevi yönetmeni Víctor Erice, kimlik, yas, özlem, hafıza ve sinemacılık hakkında müthiş bir zihin egzersiziyle beyazperdeye geri döndü. Tüm zamanların en büyük sinemacılarından Erice’nin otuz iki yılın ardından yönettiği bu ilk filmi şimdiden büyük ustanın yeni başyapıtı olarak anılıyor. Cannes Prömiyer bölümünde ilk kez izleyici karşısına çıkan film, Julio Arenas adında çok ünlü bir oyuncuyu konu alıyor. Arenas, bir film çekimi sırasında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuştur. Yıllar sonra, sansasyon peşindeki bir TV programı, oyuncunun son görüntülerini de kullanarak bu gizemli olayı yeniden gündeme getirir. “Kralın dönüşü” sözleriyle övülen Kapa Gözlerini, Victor Erice’nin Ayva Ağacının Güneşi filminden bu yana çektiği ilk film; bir ömrün bilgeliğini taşıyan, geçen zamana ve solan anılara dair çok zarif bir ağıt.”

Gidecek Yer Yok / No Other Land (Genç Ustalar)

Filistinli aktivist Basel Adra ile İsrailli gazeteci Yuval Abraham’ın birlikte imza attığı No Other Land, Berlin Film Festivali’nde Belgesel Ödülü’nü kazandı. Bu ikilinin ödüllerini kabul ederken yaptığı işgal karşıtı konuşma, İsrail yanlılarını rahatsız ettiği için uzunca bir süre gündem oldu. Filistin’de soykırımın yaşandığı şu günlerde daha da anlamlı olan bu belgesel, İstanbul Film Festivali’nin kaçırılmaması gereken yapımları arasında yer alıyor.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Filistinli aktivist Basel Adra, atalarının Batı Şeria’daki memleketi Masafer Yatta’nın İsrail askeri işgal güçleri tarafından yok edilişini beş yıl boyunca filme aldı. Adra, sınırın öte yanından mücadelesine katılan İsrailli gazeteci Yuval Abraham ile alışılmadık bir ittifak kurdu. Gazze’nin yıkımının sürdüğü şu günlerde önemi ve özelliğiyle daha da öne çıkan Gidecek Yer Yok, Masafer Yatta’lıların on yıllardır süren hukuk mücadelesini, zalimane adaletsizlikleri, baskıları, yıkımı ve toplu sürgünü belgeliyor. Berlin Film Festivali’nde gösterilen tek Filistin filmi olan Gidecek Yer Yok, Filistinli avukat, gazeteci, aktivist ve sinemacı Basel Adra ile Kudüs’te yaşayan İsrailli sinemacı ve araştırmacı gazeteci Yuval Abraham’ın da yer aldığı bir Filistin-İsrail kolektifi tarafından gerçekleştirildi.”

Kraliçenin Oyunu / Firebrand (Galalar)

Alicia Vikander ve Jude Law’un başrollerini üstlendiği Firebrand, özellikle A Vida Invisível ile adından söz ettiren Brezilyalı yönetmen Karim Aïnouz’un imzasını taşıyor. Gerek oyuncu kadrosu, gerek Karim Aïnouz filmi olması Firebrand’i festivalin merak uyandıran filmlerinden biri yapıyor. Ancak filmin eleştirmen puanlarının çok da iyi olmadığını söylememiz gerekiyor. ScreenDaily’den 50, IndieWire’da 58 puan alan filmin MetaCritic puanı bugün itibarıyla 61.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Jude Law’un Henry VIII ve Alicia Vikander’ın Katherine Parr rolünü üstlendikleri Kraliçenin Oyunu, görkemli bir psikolojik gerilim, intikama doğru sessizce yükselen bir dönem filmi. Kana bulanmış Tudor dönemi İngiltere’sinde, Kral Henry VIII’in altıncı ve son karısı Katherine Parr, kral denizaşırı seferdeyken taht naibi olarak atanır ve yeni bir gelecek için kendince elinden geleni yapar. Hastalığı artan ve gitgide paranoyaklaşan kral ülkeye döndüğünde, öfkesini radikallere ve Katherine’e yöneltir. Katherine kendini bir anda hayatta kalma mücadelesinin içinde bulur. 2013 tarihli Queen’s Gambit romanından uyarlanan Kraliçenin Oyunu, prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yaptı. Brezilyalı sinemacı Karim Aïnouz, 2022’de Dağların Denizcisi ile İstanbul Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı.”

İmparatorluk / L’Empire (Dünya Festivallerinden)

Yakın dönem Fransa sinemasının en nev’i şahsına münhasır yönetmenlerinden olan Bruno Dumont, yine sıra dışı bir filmle karşımızda. Dumont’nun bilim-kurgu ile komedi türlerini harmanladığı yeni filmi, Berlin Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü almış olsa da kesinlikle herkese göre değil. 53 MetaCritic puanıyla yönetmenin bugüne kadar eleştirmenlerden en düşük not alan filmlerinden biri olan L’Empire, daha niş bir kitleye hitap ediyor. Ancak yönetmenin Joan of Arc ve France gibi son dönem işlerini sevdiyseniz, L’Empire’e de şans verebilirsiniz.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Opal Sahili, Fransa’nın kuzeyi. Tablodan fırlamış gibi görünen sessiz ve sakin bir balıkçı köyünde nihayet bir şey olur ve özel bir bebek dünyaya gelir. Bu çocuk öyle eşsiz ve tuhaftır ki, gezegenler arası imparatorlukların şövalyeleri arasında gizli bir savaş başlar. Epik müzikal Jeanne, P’tit Quinquin ve Hadewijch gibi her zaman şaşırtıcı filmlere imza atan Bruno Dumont, bilimkurgu türünü kendine has üslubuyla ele alıyor, iyi ile kötünün mücadelesindeki boşlukları keşfediyor ve gişe rekortmeni uzay destanlarını alaya alıyor: “Ciddi Avrupa sinemasını eğlenceli sinemayla birleştirmek istedim. Gördüğünüz manzaralar kuzey Fransa değil, içimizin manzaraları. Uzay gemisi kalplerimizde. Zamanın başlangıcından beri film böyle bir şeydir.”

Ölü Sezon / Hors-saison (Dünya Festivallerinden)

Guillaume Canet ve Alba Rohrwacher’ın başrollerini üstlendiği Hors-saison, geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nin hoş sürprizlerinden biri oldu. Başrol oyuncularının arasındaki kimyadan ve etkileyici performanslarından güç alan Hors-saison, Fransa sinemasından görmeye alışık olduğumuz o etkileyici romantik filmlerden biri. Bazı eleştirmenler tarafından Past Lives’a benzetilen film, özellikle bilet seçiminde çok risk almak istemeyen, daha ana akım bir iş arayanlar için ideal tercih olabilir.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Mathieu ile Alice on beş yıl önce birbirlerine âşık olmuş, sonra da ayrılmışlardır. Aradan çokça zaman geçmiş, her ikisi de kendi yollarına gitmiş ve yavaş yavaş kendilerine gelmiştir. Mathieu melankolisinin üstesinden gelmek için gittiği kaplıcada Alice ile karşılaşır. Acaba her şey bitmiş midir yoksa yeni bir başlangıç için geç kalmamış olabilirler mi? Çok katmanlı romantik filmleriyle izleyicileri büyüleyen Stéphane Brizé “Hiç yapılmamış ya da kötü yapılmış seçimler, kaçırdığımız ya da yanlış kullandığımız karşılaşmalar, hiç açmadığımız kapılar, kaçırdığımız buluşmalar, hayatımızda bir yol yerine başkasını seçişimiz üzerine düşünüp durduğumuz o anda oyalanmak istedim” diyor. Hepimizin sorduğu zihnimizi oyan, o gizli soruları yüzeye çıkartan Ölü Sezon, prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptı.”

Vahşi ve Hür / A New Kind of Wilderness (Belgesel Kuşağı)

Silje Evensmo Jacobsen’in imzasını taşıyan A New Kind of Wilderness, bu yıl Sundance Film Festivali’nin Belgesel bölümünde Büyük Jüri Ödülü’nü kazanmış olmasıyla dikkat çekiyor. 70 MetaCritic puanı ve %87 Rotten Tomatoes puanıyla filmin eleştirmenlerden aldığı dönüşler de oldukça olumlu.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Sinemacı Silje Evensmo Jacobsen, Vahşi ve Hür’de aşkın, sevginin, hayatın ve büyümenin içten ve duygu yüklü bir portresini çiziyor. Sürdürülebilir ve kendi kendilerine yetebilmeyi amaç tutan bir yaşam tarzı benimseyen Maria ile Nik, dört çocuklarına evde eğitim verip doğayla uyum içinde bağımsız bir aile hayatı sürdürmektedir. Acı bir olayla her şey değişir, dengeler bozulur, cennet gibi çiftliklerindeki dengeli yaşama modern toplumun beklentilerini de sızdırmak zorunda kalırlar. Prömiyerini Sundance’te yapan Vahşi ve Hür, jüri tarafından “derin bir hümanizm, asla duygusallığa kaymayan bir hassasiyet ve kırılganlık içerdiği” gerekçesiyle övülerek Büyük Jüri Ödülü’ne layık görüldü. Bu ailenin yaşadıkları, kazanım ve mücadeleleri, izleyiciyi kendi yaşam seçimleri, gezegene ve çocuklarına karşı sorumlulukları ve kayıplardan sonra yaşamı nasıl yönlendirdikleri üzerine düşünmeye davet ediyor.”

Şeytanla Bir Gece / Late Night with the Devil (Mayınlı Bölge)

Daha çok oyuncu kimliğiyle tanınan David Dastmalchian, son derece mütevazı bütçelerle filmlerin hayata geçirilmeye çalışıldığı, gerçek anlamda bağımsız sinemanın yıldızı yükselen isimlerinden. Aynı zamanda bir çizgiroman yazarı da olan Dastmalchian’ın yapım şirketi, profesyonel olmayan senaristlerin ya da genç sinemacıların sunumlarını dinleyen ender film şirketlerinden biri. Bu yıl Mayınlı Bölge seçkisine giren Late Night with the Devil da tam olarak bu bağımsız ruhla ortaya çıkmış bir korku filmi. Dastmalcihan’ın yapımcılığını üstlendiği film, SXSW ve Sitges gibi festivallerde gösterildi ve gayet olumlu yorumlar aldı. Özellikle korku türünü sevenler, Late Night with the Devil’a şans verebilir.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Avustralyalı yönetmen kardeşler Cameron ve Colin Cairnes’in bu yeni filmi, buluntu film korku türüne taze ve şeytani bir soluk getiriyor. 1970’lerin talk show programı Gece Kuşları’nın karizmatik sunucusu Jack Delroy, düşen reytingleri yükseltmek için bir Cadılar Bayramı özel programı çekmektedir. Karanlık bilimleri konu alan bu özel bölümün konukları, bir parapsikolog ve yazdığı son kitabının konu aldığı, şeytana tapan bir tarikatın toplu intiharından tek hayatta kalan, genç bir kızdır. Delroy’un bu iki konukla röportajı televizyonda canlı yayımlanmaktadır. Stüdyoda kendini belli eden şeytani varlık yüzünden tabii ki işler kısa sürede korkunç bir şekilde ters gitmeye başlar. Hızlı tempolu, korkutucu ve gayet ürpertici olan Şeytanla Bir Gece, dünya prömiyerini SXSW Film Festivali’nde yaptı; korku kralı Stephen King attığı twitte filmi “resmen şahane, gözümü ayıramadım” sözleriyle övdü.”

Sevgili Jassi / Dear Jassi (Dünya Festivallerinden)

The Fall ve The Cell gibi şahane görselleriyle akıllara kazınan filmlerle tanınan Tarsem Singh, neredeyse 20 yılını Hollywood’da vasat işlere imza atarak geçirdikten sonra, kariyerini yeniden canlandıracak filme kendi memleketinde imza attı. Singh’in Hindistan yapımı son filmi Dear Jassi, aynı zamanda yönetmenin The Fall’dan beri en beğenilen işi oldu.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“The Cell / Hücre ve The Fall filmleriyle tanıdığımız reklam, video klip ve sinema filmi yönetmeni, yaratıcı ve yenilikçi sinemacı Tarsem Singh, tam sekiz yıllık bir aradan sonra, anayurdu Hindistan’da geçen ilk filmiyle sinemaya geri döndü. Ödül kazandığı Toronto Film Festivali’nde prömiyerini yapan film, gerçek hayattan bir Romeo-Juliet hikâyesi anlatıyor. 1990’larda geçen film, Kanada’dan memleketi Hindistan’a akraba ziyaretine gelen Jassi’nin aynı mahalledeki çekçek sürücüsü Mithu’yla tanışımasıyla başlıyor. İki genç birbirlerine âşık oluyor, ama aralarına başta zalim aileleri olmak üzere denizler, kıtalar, tavizsiz toplumlar ve acımasız bir evren giriyor. Trajik ve romantik tonlarıyla Sevgili Jassi, gerçek bir vakadan esinlenen Singh’in sözleriyle “merkezinde vahşi bir cinayet olan bir aşk hikâyesi anlatıyor.”

Michel Gondry, Do it Yourself! (Cinemania)

İstanbul Film Festivali

Günümüzün en yaratıcı sinemacılarından Michel Gondry’nin, 10 yıl boyunca yardımcı yönetmenliğini yapan François Nemeta tarafından hazırlanan belgeseli Michel Gondry, Do it Yourself!, özellikle yönetmenin hayranları için kaçırılmaması gereken bir yapım.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Méliès’in bir oğlu olsaydı, o kesin Michel Gondry olurdu. Rüyalara, zamana ve anılara dalan bir görüntü sihirbazının dünyasına hoş geldiniz! Yönetmen François Nemeta, “Michel Gondry gençliğinde Méliès’in hayalini kuran bir serseriyken otuz yılda hayranlık uyandıran, büyüleyici, kusurlu bir çalışmalar bütünü ördü” diyor ve ekliyor: “O bir dünya. Uzun soluklu bir röportajdan, heyecan verici arşiv görüntülerinden ve yapıtlarında yer alan sanatçıların tanıklıklarıyla örülmüş; hayal, zaman ve hafızanın üzerinde yürüyen bir ip cambazının marjinal, zanaatkâr evrenine hoş geldiniz. Betimlediği rahatsız dünyayı gururla içine alan bir film bu”. Prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan Michel Gondry, Do it Yourself!, on yıl boyunca Michel Gondry’nin yardımcı yönetmenliğini üstlenmiş, (Biolay, Souchon, Modjo ve Bruni’ye video klipler çeken) François Nemeta’nın imzasını taşıyor.”

Yalanların Anası / The Mother of All Lies (Genç Ustalar)

Asmae El Moudir’e Cannes’ın Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Yönetmen ödülünü kazandıran The Mother of All Lies, festivalde adından en çok söz ettiren belgesellerdendi. The Mother of All Lies, sonrasında konuk olduğu festivallerden de ödüllerle dönmeyi başardı. Bugün itibarıyla filmin MetaCritic puanı 76.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Her ailenin sırları vardır. Ancak Faslı genç yönetmen Asmae El Moudir, ailesinin gizemlerinin devasa olduğunu fark eder. Örneğin neden çocukluğundan sadece tek bir fotoğraf olduğunu, o fotoğraftaki kızın da neden kendisi olmadığını bilmek ister. Bu yüzden Kazablanka’da büyüdüğü mahallenin el yapımı bir maketini yaparak geçmişi çözmeye karar verir. Bu mahallede annesinin, babasının ve büyükannesinin evleri ve memleketleri hakkında anlattığı hikâyeleri sorgulamaya başlar. Ancak ortaya çıkan gerçekle yüzleşmek hayal ettiğinden çok daha zordur. Fas’ın Oscar adayı olarak kısa listeye kalan Yalanların Anası, kuşaktan kuşağa aktarılan sömürgeci bir geçmişin travmalarının üstesinden gelmek adına sessizliği bozuyor.”

Bir Ailenin Kısa Hikâyesi / Brief History of a Family (Genç Ustalar)

Brief History of a Family, özellikle yeni keşiflere açık olanların şans verebileceği bir yapım. Dünya prömiyerini Sundance’te yaptıktan sonra Berlin Film Festivali’nin Forum bölümüne de konuk olan film; The Film Stage, Screen Daily, THR gibi önemli yayınlardan yüksek puanlar almayı başardı. Filmin MetaCritic puanı bugün itibarıyla 75.

Filmin İKSV tarafından paylaşılan tanıtım yazısı şöyle:

“Huzursuzluğunu rahatsız edici finaline kadar hep yükselten, Saltburn ile karşılaştırılan gizem dolu bir gerilim. Kendi halinde bir ailenin kaderiyle, ergenlik çağındaki tek oğullarının esrarengiz yeni arkadaşı Shuo bir şekilde iç içe geçer. Çoğunlukla suskun olan Shuo, okulda bile çekingendir ama konuk olduğu bu aileyle birlikteyken kendini rahat hisseder. Shuo hayatlarına girip onlarla daha çok zaman geçirdikçe, tıpkı oğulları gibi ebeveynlerin de gözü boyanır. Ancak trajik bir olay kusursuz görünen düzeni bozar; gizli sırlar, hayal kırıklıkları ve küllenmiş küskünlükler yeniden su yüzüne çıkar. Lin Jianjie’nin bu ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi prömiyerini Sundance’te yaptı ve Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde gösterildi.”

Özel Mansiyonlar:

  • Usta yönetmen Wim Wenders’ın son harikası Perfect Days, Filmekimi’nden sonra İstanbul Film Festivali’nde de gösterilecek. Wenders bu kez festivalin onur konuğu olarak İstanbul’a gelecek.
  • Jonathan Demme’nin tüm zamanların en iyi konser filmlerinden biri olarak kabul edilen, 1984 tarihli Talking Heads konser filmi Stop Making Sense, bu yıl festivalin Musikşinas bölümünde gösterilecek.
  • Martin Scorsese’nin özellikle genel izleyici tarafından yeteri kadar kıymet görmeyen filmlerinden olan After Hours, Cinemania bölümünde gösterilen klasik filmlerden biri olacak.