Hollywood’dan bugüne kadar çıkan işlere baksanız, bunun ifade özgürlüğünün her türlüsünü savunan, çoğunluklara karşı çatlak ses olma cesaretini gösterenleri yücelten bir camia olduğunu pekâlâ düşünebilirsiniz. Bir suçlunun savunulma hakkı için savaşan idealist bir avukattan, büyük şirketlere kafa tutan cesur bir aktiviste, bir çırpıda gözümüzün önünde pek çok Hollywood arketipi canlanıverir. Ancak gelin görün ki Hollywood’un kendi içinde ne zaman bir kriz hali ortaya çıksa, bu camianın pek idealist mensupları ellerinde yabalarla cadı avına çıkmaktan çekinmezler. Soğuk Savaş döneminde komünist diye Blacklist’e alınıp Hollywood’dan aforoz edilen yüzlerce sinemacı bunun en net örneği.
Hollywood’da şu anda sansürden çok daha tehlikeli bir mekanizma hüküm sürüyor: Otosansür.
Bu durum son yıllarda hiç olmadığı kadar ayyuka çıkmış durumda. Hollywood’un yazılı olmayan “savunulması gereken idealler” listesine ayak uydurmayanlar, bir çırpıda derdest edilip tabiri caizse kapının önüne koyuluyorlar. Geri kalanlar da bu tehlikenin açıkça farkında olarak kuyruğunu kıstırıp sessizce köşesine çekiliyor. Hollywood’da şu anda sansürden çok daha tehlikeli bir mekanizma hüküm sürüyor: Otosansür. Bunun sebebi gayet açık. Otasansür uygulamayı bir an için bile ihmal edenler, anında kızgın kalabalığın öfkesiyle karşı karşıya kalıyor. Bu kızgın kalabalığın son hedefi ise Stephen Amell.
The CW kanalında yayınlanan DC dizisi Arrow ile çıkış yapan, bu günlerde ise Starz’ın Heels dizisinde başrolü üstlenen Stephen Amell, geçtiğimiz günlerde Hollywood’un şu sıralar mutlak itaat isteyen davalarından birine ters düşme hatasını yaptı. Katıldığı bir etkinlikte, bir süredir devam eden oyuncu grevine değinen Amell, bu grevi organize eden Amerikan Ekran Oyuncuları Birliği (SAG)’nin greve gitme kararını desteklemediğini söyledi. SAG’in greve gitme kararını dar görüşlü bulduğunu söyleyen Amell, bunun taraflar arasındaki müzakerelere zarar veren bir taktik olduğunu ifade etti. Elbette bu açıklama gerek ana akım sinema medyasında, gerekse sosyal medyada “grevi desteklemiyorum” şeklinde paylaşıldı. Oysa Amell açıkça grevi ve SAG’i destekleyeceğini, sadece işi bu noktaya getiren kararı doğru bulmadığını söylemişti. Ancak bu “ufak” detay, konu medyaya yansırken çeviride kayboldu.
Hollywood’da özellikle son birkaç yıldır işlerin nasıl ilerlediğini takip ediyorsanız, Amell’in akıbetini de az çok tahmin edebiliyorsunuzdur. Deadline, THR, Vanity Fair gibi Hollywood’un baş siteleri bu açıklamayı grevdeki sinema emekçilerine karşı işlenmiş bir tür günah olarak haberleştirirken, bu sinema emekçilerinin kendileri de sosyal medyada Stephen Amell’i çarmıha germekten geri durmadı. Günün sonunda Amell, yanlış anlaşıldığını söyleyen bir açıklama yayınladı ve birkaç gün sonra da Warner Bros. stüdyoları önünde grev hattına katılarak “diz çökme ritüeli”ni tamamladı.
Bu noktada belirtmem gerek ki greve gitme kararı konusunda Stephen Amell’e kesinlikle katılmıyorum. Bana kalırsa şu an sadece Hollywood’da değil, tüm dünyada hem senaristler hem de oyuncular için bir kırılma noktasındayız ve bu iki meslek grubunun stüdyo yöneticilerinin insafına kalmaması için SAG’in geri adım atmaması oldukça önemli. Bu yüzden grev sadece kaçınılmaz değil, aynı zamanda gerekliydi de. Bu konuda Amell’in haklı, SAG’in haksız olduğunu savunduğum düşünülmesin. Aksine bence SAG greve gitme konusunda kesinlikle haklı. Bugün özellikle yapay zeka teknolojilerinin gelecekteki kullanımı konusunda stüdyolara karşı en ufak bir geri adım atmaları, yakın gelecekte bu meslek gruplarının felaketi olabilir.
Biz Türkiye’de yaşayanlar, despotluğun neye benzediğini çok iyi öğrendik maalesef. Artık nerede görsek tanıyoruz.
Ne var ki Stephen Amell’in bu konuda haksız olması, fikrini ifade ettiği için linç edilmesini haklı kılmıyor. Aksine Hollywood’da hızla peydahlanan “Ya sev ya terk et!” düsturunun korkutucu bir hâl aldığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Gina Carano’nun Disney tarafından kovulmasından, pandemi döneminde aşı olmayan sinema emekçilerinin şeytanlaştırılmasına kadar, son dönemde yaşanan pek çok şey Hollywood’un karşıt herhangi bir görüşe karşı ne kadar tahammülsüz bir yer hâline geldiğini gösteriyor. Yeni Hollywood’un mesajı gayet açık: “Bu şehirde artık sadece belli siyasi partileri destekleyebilir, sadece belli ideallere sahip olabilirsin. Eğer bizim istediğimiz ve savunduğumuz değerlere ters düşersen, gerisini sen bilirsin!”
SAG içinde yapılan anketlere göre birliğin yaklaşık yüzde 3’lük bölümü bu greve açıkça karşı. SAG’in yaklaşık 169 bin üyeye sahip olduğu düşünüldüğünde bu en az 5 bin SAG üyesinin greve karşı olduğu anlamına geliyor. Ankette kendini açık etmek istemeyenleri ve birlik mesajı vermek için evet diyenleri de düşünürsek bu sayının biraz daha yukarıda olduğunu görebiliriz. Peki Stephen Amell böyle bir muamele görüyorken bu yüzde 3’lük kesimin SAG içinde rahatça temsil edilmelerini, tartışmaya kendi bakış açılarını sunmalarını bekleyebiliriz miyiz? Peki ya geri kalan yüzde 97’ye dâhil ettiğimiz oyuncular, özellikle de “yıldız”lar. Elinde pankartlarla grev hattında poz verenler. Bunlardan kaçı bir sonraki Stephen Amell olmamak adına otosansürün sıcaklığına sığınıyordur? Bu dönemde grev karşıtı açıklama yapmak elbette stüdyoların işine geliyor olabilir ama karşıt görüş belirteni linç etmek, insanların aforoz edilme korkusuyla ses çıkaramadığı bir atmosfer yaratmak, çok daha büyük tehlikeler barındırıyor.
Tüm bu despotluğu haklı çıkarmak için başvurulan başlıca argümanlar ise davaya ihanet ve kriz anında karşı tarafın eline koz verme suçlamaları oluyor. “Fikrini söylemende sorun yok ama şimdi söyleyemezsin. Hele şu krizi bir atlatalım.” Genelde bu krizler bittiğinde, ki hep bir sonraki kriz vardır, zaten bir söz söylemenin anlamsızlaştığı noktaya gelinmiş olur. Son birkaç yılda yaşananlara şöyle bir bakınca, despotluk için uydurulan bu kılıfı sinema dünyasının ötesinde de bulabilirsiniz. “Ukrayna’da katliam var sen NATO’nun genişlemesi diyorsun. Rusçusun! Covid’den milyonlar ölüyor sen ilaç şirketlerine köyün anahtarını vermesek mi diyorsun. Trump’çısın! Biz burada haklarımızı savunuyoruz sen grevi kırmaya çalışanların ekmeğine yağ sürüyorsun. Hainsin! Dış güçler bizi yıkmak istiyor, sen açlık sınırı diyorsun. Teröristin.” Biz Türkiye’de yaşayanlar, despotluğun neye benzediğini çok iyi öğrendik maalesef. Artık nerede görsek tanıyoruz.