Antalya Film Festivali’nin utanç günü

Antalya Film Festivali

Antalya Film Festivali yönetimi, önce sinema dünyasının tepkilerine kulak verip Kanun Hükmü filmini programa geri aldı, ardından hükûmetin tehditlerine boyun eğip 12 saat geçmeden bu kararından geri adım attı.

Son 24 saat sinema dünyamız için oldukça ilginç ve bir o kadar da endişe verici gelişmelere sahne oldu. Antalya Film Festivali yönetiminin Kültür ve Turizm Bakanlığının baskısı üzerine Kanun Hükmü filmini bu yılın festival programından çıkarmasıyla başlayan süreç, sinemamız üzerindeki karanlık elin kendisini açık açık gösterdiği ve günün sonunda tehditleriyle üstün geldiği bir utanç tablosuna dönüştü.

Yaşananları kısaca özetleyecek olursak; Her şey Antalya Film Festivali’nin gülünç bir gerekçeyle Kanun Hükmü filmini festival programından çıkarmasıyla başladı. Bu sansür girişimi sinema dünyasında bu kez sert karşılık buldu. Sinema basınında ve sosyal medyada tepkilerin yükselmesinin ardından ilk olarak festival jürileri görevlerinden çekildi, daha sonra ise ulusal yarışmada filmleri bulunan sinemacıların neredeyse tamamı filmlerini festivalden çekti. Sadece İsmail Güneş (Kurban) ve Miraç Atabey (Zamanımızın Bir Kahramanı) filmlerini geri çekmediler. Hem jürilerin hem de sinemacıların sansüre karşı sağlam bir duruş sergilemesi, festival yönetiminin sansüre rağmen festivali gerçekleştiremeyeceğini anlamasına sebep oldu. Birkaç gün önceki yazımda “Şimdi festival yönetimi için karar vakti: Sansüre boyun eğip, buna rağmen bir kez daha de fakto olarak festivali düzenleyemez hâle gelmek mi, yoksa sansüre karşı çıkıp sinemamız üzerindeki karanlık eli kendisini açık açık göstermeye zorlamak mı?” demiştim. Festival yönetimi ikinci seçeneği tercih etti ve tam da beklediğimiz gibi o karanlık el kendisini açık açık göstermek zorunda kaldı.

Dün sabah Antalya Film Festivali Direktörü Ahmet Boyacıoğlu, bir açıklama yayınlayarak, Kanun Hükmü filmini yeniden festival programına dâhil ettiklerini duyurdu. Sinema dünyasının direnişi sonuç vermişti. Ancak hükûmet elbette böylesi bir kazanıma izin veremezdi. Nitekim vermedi de. Ahmet Boyacıoğlu’nun bu açıklamasından kısa süre sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı bir açıklama yayınlayarak festivalden desteklerini çektiklerini açıkladı. Sansür mekanizması gölgelerden çıkmış, asıl yüzünü göstermişti. Buraya kadar şaşırtıcı pek de bir şey yoktu. En azından Türkiye’nin son 20 yılına aşina olanlar için. Ancak hem sinemamız hem de Antalya Film Festivali için kocaman bir kara leke olarak kalacak karar bunun ardından geldi. Hükûmetin baskısına ve kapalı kapılar ardında yapılan tehditlere boyun eğen Ahmet Boyacıoğlu ve ekibi, daha üzerinden 12 saat geçmeden kararından geri adım attı ve Kanun Hükmü filmini bir kez daha festival programından çıkardı.

Ahmet Boyacıoğlu’nun imzasını taşıyan açıklama, perde arkasında yaşananları gayet net bir şekilde gözler önüne seriyordu: Boyacıoğlu ve festival yönetimindeki diğer isimler hükûmet tarafından açık açık tehdit edilmiş, Kanun Hükmü filmini festivalde gösterdikleri, daha önemlisi sinema dünyasının hükûmete karşı bir kazanım elde etmesine müsaade ettikleri takdirde cezalandırılacakları kendilerine iletilmişti. Boyacıoğlu’nun “Herhangi bir terör örgütünün destekçisi olarak tarif edilmeyi kabul etmemiz mümkün değildir.” demesi, tehdidin maiyetini de ortaya çıkarıyor. Boyacıoğlu Fetöcü olarak suçlanıp, bu yaftalamayla hayatı karartılan binlerce masum insanın arasına katılmaktan korkmuştu. Bu korkusunda da haklıydı muhtemelen. Nitekim tüm bunların yaşanmasına paralel olarak dün sinemamızda bir utanç daha yaşandı. Çiğdem Mater’in çekmediği bir belgesel sebebiyle aldığı hapis cezası, Yargıtay tarafından da onandı. Hukuksal hiçbir dayanağı olmayan bu davayla Mater’in 18 yıl hapse mahkum edilmesi, Boyacıoğlu gibileri korkutmak için etkili bir silah olarak hükûmetin elinde duruyordu. Nitekim Boyacıoğlu da aynı kaderi paylaşmamak istememiş olacak ki korkup geri adım attı. Ömrünü cezaevinde çürütmek istemediği için kimseyi suçlayamam. Bu yüzden Boyacıoğlu’nu da bu riski göze alıp hükûmete karşı çıkmadığı için suçlamıyorum. Ancak dün sosyal medyada da pek çok kişi tarafından dile getirildiği gibi istifa etmek bu kadar zor olmamalı. Eğer Boyacıoğlu bu direnişin bir parçası olmak, kendi özgürlüğünü tehlikeye atmak istemiyorsa, istifa edip aradan çekilebilirdi. Elbette istifanın bile cezasız kalmayabileceği bir ülkede yaşıyoruz ama Boyacıoğlu’nun sırf istifa etti diye cezalandırılması pek olası değildi. Neticede tüm bu sürecin başında da gördüğümüz üzere AKP’nin karanlık eli mecbur kalmadıkça aydınlığa uzanmaya pek hevesli değil. Hâl böyleyken Boyacıoğlu’nun en azından istifa etmek yerine yeniden geri adım atması; sadece kendisi için değil, Antalya Film Festivali ve hatta tüm Türkiye Sineması için bir utanç kaynağı olarak tarihe not düşüldü.