Gazze’de herkesin gözü önünde yaşanan soykırımın sinema dünyasının ikiyüzlülüğünü nasıl ortaya çıkardığını daha önce uzun uzun yazmıştım. Bu konuda en utanç verici tavrı sergileyenlerden biri de Berlin Film Festivali oldu. Yıllardır her konuda söyleyecek sözü olan, her meselede duyar kasan, politik festival olmakla övünen Berlinale, ne hikmetse iş İsrail’i ve onu besleyen Amerikan emperyalizmini eleştirmeye geldiğinde bir anda sessizliğe bürünmüştü. Yıllardır festival öncesi yayınladıkları basın bildirisinde temel değerleri arasında ifade özgürlüğünü de sayan Berlin Film Festivali, ne hikmetse geçtiğimiz yılki bildiride değerleri arasına ifade özgürlüğünü koymamıştı. Filistin’de yaşanan soykırımın ve İsrail’in işlediği insanlık suçlarının festivalde gündeme taşınmasını engellemek için elinden geleni yapan Berlinale yönetimi, asıl tepkisini ise bu konuda hizaya girmeyenlere gösterdi.
Filistinli ve İsrailli sinemacıların birlikte çektikleri, Batı Şeria’da yaşanan etnik temizliği konu alan No Other Land, geçtiğimiz yıl Berlinale’de ödül alan filmlerden biri oldu. Ödülü almak için sahneye çıkan İsrailli yönetmen Yuval Abraham, İsrail’in Gazze’de işlediği insanlık suçlarını eleştiren bir konuşma yaptı. Siyonistler ve basındaki kuklaları tarafından taşa tutulan yönetmen, hem İsrailli hem Almanyalı siyasetçiler tarafından da hedef gösterildi; Hatta bu yüzden ölüm tehditleri aldı. Bu sırada Berlinale yönetiminin önceliği ise ödül töreninde dile getirilen “tek yönlü” eleştirilerin kendi duruşlarını yansıtmadığını belirtmek ve anti-semitizme karşı ne kadar duyarlı olduklarını altını çize çize dünyaya ilan etmek oldu. Festivalin başındaki isimlerden olan Mariëtte Rissenbeek, o dönemde yayınladığı açıklamada şöyle diyordu: “Hem festival öncesinde hem de festival sırasında, Orta Doğu’da yaşanan bu savaş konusundaki tavrımızı açıkça belirttik ve bu tek yönlü tutuma katılmadığımızı söyledik.” Berlin Film Festivali yönetimine göre Gazze’de yaşanan soykırıma soykırım demek ve İsrail’in savaş suçlarını dile getirmek bu olaya tek yönlü bakmaktı.
Festivalin geçtiğimiz yıl sergilediği utanç verici tavır, uyguladığı susturma politikası, pek çok kişi için Berlinale’in maskesini düşürmüş oldu. Berlin Film Festivali, işine gelmediğinde ifade özgürlüğünü temel değerleri arasından çıkarabilecek bir festivaldi. Ama tabii festival gerçek yüzünün öyle ulu orta sergilenmesine çok uzun süre izin veremezdi. Nitekim bu yıl “politik festival” maskesini geri takmak için elinden geleni yapıyor. Bunu yaparken yanlışlıkla kimseyi kızdırmamak içinse aynı anda tüm tuşlara basıyor.
Bu yıl festivalde onur ödülü alan Tilda Swinton, Filistin’in veya İsrail’in adını ver(e)meden, devlet eliyle yapılan toplu katliamları kınarken; festival direktörü Tricia Tuttle aynı gün Alman oyuncuları da yanına alıp kırmızı halıda İsrailli rehinelerin fotoğraflarıyla yürüdü. Başta Gazze’de rehin tutulan İsrailli oyuncu David Cunio olmak üzere, tüm İsrailli rehinelerin serbest bırakılması istendi. Yıllardır İsrail hapishanelerinde tutsak tutulan binlerce Filistinliye dair bir şey söylenmedi elbette; Onların fotoğrafını elinde tutup kırmızı halıda yürüyen de olmadı.
Geçtiğimiz yıl programına No Other Land’i almak gibi bir “hata” yapan Berlin Film Festivali, bu yılsa Filistin’de rehin tutulan David Cunio’ya odaklanan A Letter to David filmini programına ekledi. Tom Tywker’ın The Light filmiyle açılışını yapan Berlinale, A Letter to David’in ilk gösterimini onun hemen sonrasına aldı. Böylece daha festivalin en başında, İsrail’in mağduriyeti dünyaya sergilenmiş oldu.
Tüm bunlar olurken, film gösterimlerinin olduğu alanın dışında ellerini kırmızıya boyamış bir grup protesto düzenliyordu. Giydikleri kıyafetlerin üzerinde, Almanya’nın sinema-TV sektöründeki haksızlıklara ve istismarlara isyan eden #genuggeschwiegen sloganı vardı. Sorun bu hareketin kendisi değil elbette ama Berlinale’de ortaya çıkan bu manzarayı geçtiğimiz yıl yaşananlarla birlikte düşününce, Radu Jude filmlerinden fırlamış bir maskaralık tablosu izliyormuşuz gibi hissetmemek elde değil.
Tilda Swinton: “Berlin Film Festivali sinemanın büyük, bağımsız ülkesi” 🤡
Tilda Swinton’ın savaş karşıtı konuşması medyada cesur ve dikkate değer bir konuşma olarak yer buldu belki ama içeriğine baktığımızda aslında onun da laf kalabalığı arasında hiçbir şey söylemediğini görüyoruz. Aynı Berlinale gibi Swinton da bütün tuşlara basmayı tercih etti. Bu konuşmada Trump göndermesinden çevresel felaket uyarısına kadar her şey vardı ama ne Filistin’in ne de İsrail’in adı yoktu. Üstüne bir de Berlinale’in kapsayıcılığını ve özgürlüğünü övüyordu.
Tilda Swinton’ın bu yıl festivale gelip ödülü almayı neden kabul ettiğini açıklayarak başladığı konuşması şöyle:
“Berlinale; dışlama, cezalandırma veya sınır dışı etme politikası olmayan sınırsız bir diyar. Sinemanın büyük bağımsız ülkesi… Kapsayıcı doğasıyla; işgal etme, sömürgeleştirme, ele geçirme, mülkiyet edinme ve riviyeraya dönüştürme çabalarına karşı bağışık.”
“Devlet eliyle işlenen ve uluslararası toplum tarafından mümkün kılınan toplu katliamlar şu anda dünyamızın birden fazla köşesinde aktif şekilde terör estiriyorlar… Gerçek bu! Bununla yüzleşilmesi gerekiyor. Netleştirmek için bunun adını koyalım. Bizim gözetimimiz altında insanlık dışı bir suç işleniyor. Aklımda bir tereddüt ya da şüphe olmadan bunun adını koymak, gezegenin katilleri ve savaş suçlularıyla iyi geçinen açgözlü hükümetlerimizin kabul edilemez kayıtsızlığını idrak eden herkese sarsılmaz dayanışmamı sunmak için buradayım.”