Hollywood, çocuk gibi davranılmayı kabullenen yetişkinler yaratıyor

Hollywood Barbie

“Küçükken filmlere gitmemin tek sebebi yetişkin filmleri olmalarıydı. O filmlerin içinde yolunuzu bulmanız gerekiyordu. Şimdi artık sadece 12 yaşındakiler için film yapıyoruz. Yetişkinleri bunların iyi filmler olduğuna inandırma konusunda harika bir iş çıkardılar. Sonsuza dek çocuk olarak kalabilirsiniz. Çizgi romanlarınızı okumaya devam edin. Filmler artık bu.”

Bu sözler, bugün Hollywood’da çalışan en önemli sinemacılardan biri olan Richard Linklater‘a ait. Netflix’te yayınlanan yeni filmi Hit Man’in tanıtım çalışmaları kapsamında bir röportaj veren Linklater, Hollywood stüdyolarının artık yetişkinlere yönelik filmler yapmadığını söylerken, stüdyo sisteminden çıkan filmlerde seksin gitgide azalmasına dikkat çekti. Başarılı yönetmen, tüm bunların insanlara çocuk gibi davranılmasının bir parçası olduğunu da ekledi.

Linklater’ın da açıklamasının bu son kısmıyla işaret ettiği üzere bu aslında kendi başına bir sorun değil; Çok daha büyük ve tehlikeli bir sorunun semptomu. Linklater bu konuyu sinemada seksin azalması üzerinden ele almakla yetinmiş olsa da şahsen ben bu sorunu biraz daha açmanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.

Marvel bugün eski günlerini arar hâle gelmiş olsa da uzunca bir süre gişeyi domine etti. Bu süreç boyunca sinema salonlarını adeta ele geçiren süper kahraman filmleri, pek çok kişi tarafından sinemanın geleceği için varoluşsal bir tehlike olarak görüldü. Bu görüşü savunanlar arasında Martin Scorsese, Francis Ford Coppola, Slavoj Žižek gibi önemli isimler vardı. Daha geniş bir kitle ise bunun geçici bir trend olduğunu, zamanla insanların bu filmlerden sıkılacağını ve bir tür normale dönüş olacağını savundu. İnsanlar geç de olsa bu filmlerden sıkıldı sıkılmasına ama bunun geçici bir trend olduğunu düşünenler haksız çıktı. Çünkü Marvel ve onun peşi sıra gelen süper kahraman filmleri momentum kaybetmiş olsa da onların yarattığı kültür bugün hiç olmadığı kadar güçlü durumda. İnsanların çocuklaştırılmasının kendi çıkarlarına olacağını bilen iktidar sahiplerine başarıyla hizmet eden Hollywood, sadece çocukların değil yetişkinlerin de çocuk filmleriyle mutlu olduğu bir dünya yaratılmasına büyük katkı sağladı. Sağlamaya da devam ediyor. Bunu süper kahraman filmleriyle yapamıyorsa o zaman Barbie’yle, Godzilla’yla, Top Gun’la yapıyor.

Kitleleri harekete geçirme konusunda ne kadar güçlü bir silah olabileceğine son yüzyılda defalarca kez şahit olduğumuz sinema, bugün ise aynı kitleleri çocukça bir sorumsuzluğa sahip olabilecekleri bir hayale inandırıyor. Patlamış mısırınızı alın ve koltuğunuza oturun. Önümüzdeki iki saat boyunca başka hiçbir şey düşünmeniz gerekmiyor. Hatta izlediğiniz şey hakkında da çok düşünmeniz gerekmeyecek. Çizgi romanlarınızı okumaya devam edin. Yeniden on yaşındasınız ve hep öyle kalabilirsiniz. Bırakın biz sizin için düşünelim.

2011 yılında, izleyicilerin çocuklaştırılmasının henüz bu kadar göz önünde yapılmadığı dönemde, çizgi-roman dünyasının en önemli isimlerinden biri olan Alan Moore (Watchmen, V for Vendetta), bugün çok daha anlamlı gelen bir öngörüde bulunmuştu. Moore’a göre süper kahraman hikâyelerine gitgide artan bu ilgi, faşizmin yükselişinin habercisiydi. Moore iki yıl önce basına da yansıyan öngörüsünde şöyle diyordu:

“Eğer milyonlarca yetişkin Batman filmleri izlemek için sıraya giriyorsa, bu gelecek için son derece ciddi ve endişe verici şeyler söylüyordur. Çünkü bu tarz bir çocuklaştırma -her şeyin basit olduğu dönemlere, gerçekliklere yönelme isteği- çoğu zaman faşizmin habercisi olabiliyor.”

Amerikan imparatorluğunun tebaalarının “Galiba kralımız çıplak ve yanlış görmediysem az önce altına sıçtı” diyemeyecek noktaya geldikleri, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı partilerin ezici bir üstünlük kurduğu, dünyanın dört bir yanında popülist figürlerin iktidara geldiği şu günlerde, Alan Moore’un bu uyarısını hatırlamamak elde değil. Ve sinema dünyasını biraz yakından takip ediyorsanız, tüm bunların yaşanmasına alan açan sistematik çocuklaştırmaya Hollywood’un nasıl hizmet ettiğini açıkça görebiliyorsunuz.

Elbette, daha önce de pek çok kez altını çizmeye çalıştığım üzere, tek bir Hollywood yok. Tüm bu suç ortaklığının müsebbibi, Hollywood denince akla gelen stüdyo sistemi. İktidar sahiplerinin hiç durmayan propaganda makinesi. Bunların yanı sıra, onlarla iç içe geçmiş durumda varlığını sürdüren başka bir Hollywood daha var. Richard Linklater’ın, Martin Scorsese’nin, Sean Baker’ın Hollywood’u. Hatta bu stüdyo sistemi içinde Dune gibi bir iki istisnayı bile mümkün kılan bir Hollywood. Ne var ki bu gidişat böyle devam ederse o Hollywood’u sinema perdelerinde gitgide daha az görmeye başlayacağız. Çünkü tüm bu yaşananların bir sonucu olarak ortaya çıkan yeni izleyici kitlesi, sinemayı artık tamamen dertlerinden uzaklaşacakları bir etkinlik alanı olarak görüyor. Zaman ne yazık ki Scorsese’yi haklı çıkardı. Umalım da Alan Moore’u da haklı çıkarmasın.

Kaynaklar: World of Reel, World of Reel, Deadline, Semafor